Semih AYDIN
UİB bünyesinde, 2020’de ihracatını en fazla artıran birlik olan UMSMİB, 2019’a göre yüzde 20’lik artışla 189,4 milyon dolarlık ihracata imza attı. Pandemiyle geçen yılın ardından 2021’de ihracat başarısını sürdürmek isteyen UMSMİB Başkanı Özkan Kamiloğlu, başarının sürdürülebilir hale gelmesi için kalıcı projelerin şart olduğunu vurguladı.
2020’de bütün dünyayı etkisi altına alan Covid-19 salgını, özellikle Mart ayıyla birlikte Avrupa Birliği ülkelerinde etkisini daha da artırdı. Bu dönemde ülkeler sağlıklı gıdaya ulaşmayı birinci öncelik olarak belirledi. Avrupa ülkelerine yakınlığı nedeniyle Türkiye ihracatta bir adım daha öne çıktı. İhracat kalemleri arasında dondurulmuş, konserve gıdalar, gazlı içecekler gibi ürünler bulunan Uludağ Meyve Sebze Mamulleri İhracatçıları Birliği (UMSMİB), 2020 yılında önemli bir ihracat başarısına imza attı. Birliğe bağlı üyelerin geçen yıl gerçekleştirdiği ihracat, bir önceki yıla göre yüzde 20 arttı. Türkiye genelindeki artışın oldukça üstünde olan bu rakamla UMSMİB’in 2020 yılında gerçekleştirmiş olduğu toplam ihracat 189,4 milyon doları buldu. Avrupa ülkelerinin yanı sıra Birleşik Krallık, Çin, Amerika Birleşik Devletleri gibi pazarlara da dış satım gerçekleştiren UMSMİB üyesi ihracatçıların bu dönemde en önemli avantajlarından biri de uluslararası alanda kabul gören kalite standartlarına sahip olmasıydı.
Bursa’da ihracatın nabzını tutacak ‘İhracat Gündemi’ köşemiz, Uludağ İhracatçı Birlikleri (UİB) bünyesindeki birlik başkanlarının sektorel değerlendirmeleriyle başladı. Meyve ve sebze mamullerinin pandemi dönemindeki yükselişini ve başarıyı kalıcı hale getirmenin yollarını EKOHABER’e değerlendiren UMSMİB Başkanı Özkan Kamiloğlu, Türkiye’nin kendi kendini doyurabilecek ve ihracatta başarılı rakamlara imza atabilecek potansiyele sahip olduğunu vurguladı.
Sektörün 2020 yılı performansını değerlendirir misiniz? Pandemi bütün dünyayı derinden etkiledi. Birçok sektör bu krizden olumsuz manada etkilendi ama tarımda bu olumsuzluğu yaşamadık. Pandemiyle birlikte gıdaya talep arttı. Bu olumlu etkiyi kalıcı hale getirmek için, doğru analizi yapmamız lazım.
Bana göre bu süreçte gıdaya olan ilginin artmasının iki temel sebebi var. Bunlardan birincisi, pandeminin uzun sürebileceği kaygısıyla, ülkeler ve firmalar stoklarında yeteri kadar gıda ürünü bulundurmak istediler. İkinci sebebi ise rakiplerimizin üretememesi oldu. Tabiri yerindeyse Avrupa’yı besleyen İtalya ve İspanya Covid-19’dan en fazla etkilenen ülkeler oldukları için üretimlerinde düşüş yaşandı. Hem stok baskısı hem de üretimde yaşanan düşüş Türkiye’ye olan talebi artırdı. Böylece meyve sebze mamüllerinde Türkiye genelinde yaklaşık yüzde 9, kendi birliğimizde ise yüzde 20’ye varan ihracat artışı yaşadık.
Bizim bu verileri ve dönemi iyi okumamız lazım. Bugüne kadar ticarette sıkıntı yaşadığımız ülkeler, pandemi döneminde ısrarla bizden mal talebinde bulundular. Bunu kalıcı hale getirmek için ürettiğimiz ürünlerin yeterli miktarda ve dünyayla rekabet edebilecek seviyede olması gerekiyor.
2021 yılı için öngörüleriniz nelerdir? Bahsetmiş olduğunuz kalıcılığı nasıl sağlarız? Bu Türkiye’nin temel bir sorunu. Örneğin sanayide, turizmde radikal tedbirler alarak bunları rayına oturtabilirsiniz. Ama bu durum tarım için geçerli değil. Tarım yatırımları, uzun vadelidir. Bir ağacı dikip, onun ekonomik açıdan verimli döneme gelmesini beklemek ve o süre içerisinde de üretiminizi sürdürmek için uzun vadeli planlamalar yapmanız gerekiyor. Bu yüzden, “şunu yaparsak hemen düzelir” demek doğru değil. Bu konuyu ancak kalıcı projelerle çözebiliriz. Bunu Avrupa Birliği ülkeleri kendi aralarında çözebiliyor, biz de yapabiliriz.
Tarımda sürdürülebilir projelere mi ihtiyacımız var? Evet ama bu kolay birşey değil. Çiftçimizin eğitim düzeyini yükseltmemiz gerekiyor. Onların birlik olup, kooperatifler veya üretici birlikleri vasıtasıtyla ürettiklerini bir araya getirip, piyasayı yönlendiren organizasyonları oluşturmaları lazım. Böylece çiftçiler üretimlerini kendi yönetecekleri mekanizmalar oluşturabilirler. Bu tarz kooperatifler ihracatçının da elini rahatlatacaktır. Bu yüzden üretici kooperatifleri noktasında kalıcı adımlar atılması gerektiğini düşünüyorum.
Küresel olarak yaşanan onca sıkıntıya ve pandemiye rağmen tarım sektörünün başarısı her geçen gün daha da artıyor. Bunun daha da üstüne çıkabilir miyiz? Elbiseden, arabaya kadar birçok ihtiyacınızı erteleyebilir, bunları kısarak yaşayabilirsiniz ama gıda da böyle değil. İnsanlar yemek, tüketmek zorunda. Bu açıdan Türkiye’nin büyük şansı var. Çok yüksek üretim potansiyeline sahibiz. Ama uygulanan tarım politikaları neticesinde Türkiye ithalat yapan bir konuma geldi.
İthalatı, hammaddeyi yurtdışından alıyor işleyip ürün olarak satıyoruz diye savunanlar var. Biz bunları kendi topraklarımızda üretip, işleyip öyle satsak daha iyi olacaktır. Bu yüzden kendi kaynağımızda üretimi teşvik etmeli, kendi kaynağımızda üretimi geliştirecek ortamı hazırlamalıyız. İthalatı bir terbiye sistemi olmaktan çıkarmamız lazım.
Size göre ihracata mı yoksa iç pazarın taleplerine mi öncelik Klasbahis vermeliyiz? Pandemi döneminde bütün ülkeler kendini düşünüyor. Biz de kendi öncelikle kendi ihtiyacımızı karşılayacak üretimi yapıp, fazlasını ihraç ediyor olmamız lazım. Hiçbir hükümet kendi halkının sıkıntı çekmesini istemez, eksiklikleri ithalatla karşılayabilir ama bunu da içerdeki üretimi zarar vermeyecek şekilde, kontrollü olarak yapmalı. Türkiye’nin ülke nüfusunu rahatla besleyip, iyi seviyelerde ihracat yapacak potansiyeli var. Fakat tarımdaki sorunlar o kadar büyük ki, kısa zamanda çözülmesi mümkün değil. Tarım toprakları miras yoluyla bölünmüş durumda ve bu da ekonomik açıdan verimsiz işletmeleri doğuruyor.
Bugüne kadar bizden ürün almayan alıcılar, pandemi döneminde bizden ürün almaya başladı. Siz bu fırsatı kalıcı hale getirmemiz için neler yapmamız gerektiğini düşünüyorsunuz? Fırsatı nasıl kalıcı hale getirebiliriz? Her şeyin başı üretim. Sadece üretmeniz de yetmez, ne üretirseniz üretin dünya fiyatlarıyla rekabet ediyor olmanız lazım. Dünya fiyatlarıyla rekabet ediyor olmanız için üretim maliyetlerinizin düşük olması, üretim maliyetinizin düşük olması için de üretim girdi fiyatlarınızın düşük olması lazım. Örneğin Almanya’da tarımda kullanılan motorinin rengi kırmızıdır. Traktörün ve tarlana göre ne kadar motorin yakacağın, Tarım İl Müdürlüğünce tespit edilmiş. Üzerinde vergi olmayan tamamen maliyetine çiftçiye verilen bir destek. Gübre ve ilaç sübvansiyonu.
Nakliye imkânları, pazarlama şartları. Bunların hepsi üretici için bir yük. Netice itibariyle çiftçinin kullandığı girdilerin fiyatlarının aşağı çekilmesi lazım ki çiftçi kolaylıkla ucuza ürün mal edebilsin. Böylece hem kendi halkına ucuz satabilsin hem de dünyadaki rakiplerinin ürünleriyle fiyat açısından rekabet edebilsin.
Rusya, Türkiye’den ithal edilen domates kotasını 50 bin ton artırarak 250 bin tona yükseltti. Siz bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yükseltilen kota daha çok taze domatesle ilgili. Bursa’da kış şartlarında serada üretilen domatesimiz çok fazla yok. Bursa daha çok sanayi domatesi üretir. O yüzden bu kotanın Bursa için çok bir değeri yok ama ülkemiz için tabi ki faydalı bir gelişme.
Bursa’da yürütülen coğrafi işaretli ürünlerle ilgili çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Çalışmalar fevkalade güzel. Örneği siyah incirimiz, Bursa Siyahı olarak tescil edildi ve artık tüm dünyada biliniyor. Bu bilinirliliğinin yanında Bursa Siyahı’nın tarifi de insanların kafasına yerleşti. İngiltere’de süpermarketteki tüketici, Bursa Siyahı’nın nasıl olması gerektiğini biliyor. Çünkü İsrail de incirin üzerine Bursa Siyahı diye etiket yazabiliyor. Ürünlerin artırılması, tanınıyor olması, spesifikasyonlarının tüketici tarafından biliniyor olması ihracatçımız için çok faydalı olur.
Son dönemde iklim değişikliği konuşuluyor. Geçtiğimiz aylarda kuraklık tehlikesi ile karşı karşıya kaldık. Bu süreçte çiftçilerin ürünlerini ekemediği, ekilenlerin de yeterli bir şekilde çıkmadığı konuları gündeme geldi. Sizce, önümüzdeki süreçte gıdaya ulaşma konusunda sıkıntı yaşanır mı?
Ben de çiftçiyim. Bunları söylemek için erken. Ben de buğday ektim hatta bir kısmını sulamak zorunda kaldım yeterli yağış alamadığından dolayı. Ancak şu an bunun toplam üretime etkisinin ne boyutta olacağını şimdiden söylemek erken. Kış yağmurlarını ve bahar yağmurlarını da bir beklemek lazım. Ürünlerimiz yılın tamamını kapsayan ürünler değil. Mart’ta bezelye ektiysek haziranda kaldırıyoruz mesela. Dolayısıyla ben bir kıtlık olacağı düşüncesine katılmıyorum. Türkiye’nin çiftçileri çok vefakâr, cefakâr ve vatanseverdir. Ne olursa olsun üretirler, kimsenin endişesi olmasın. Tabi gönlümüz de istiyor ki çiftçimiz, refah seviyesinin ve toprağa bağlılığının artması için biraz daha fazla kazansın. Kazanamadıkça çiftçimiz maalesef motivasyonunu kaybediyor, çiftçilikten vazgeçiyor, gençlerimiz durmuyorlar daha fazla kazanabilmek için kente göçüyorlar.
Köyden kente göçü nasıl engelleriz veya kentten köye geri dönüşü nasıl sağlarız? Bu tamamen ekonomik bir mesele. İnsanlar haklı nedenlerle şehre göç ediyorlar. Yıllarca tarımda uyguladığımız yanlış politikalar nedeniyle onların mağduriyetine sebep olduk. 90’lı yıllarda Bursa’dan 40 bin ton civarı işlenmiş, ilaç muamelesi görmemiş, hoş kokulu çilek ihraç edilirdi. Bu ürün şimdilerde 2 bin ton civarı ihraç ediliyor. Üretildiği dönemde biz bunu desteklemedik. Bunun ötesinde Türkiye, stopaj adı altında tarımsal üretimden vergi alıyor. Bunun dünyada örneği yok. Vergi alınmalıdır ama üretimden değil, kazançtan alınmalıdır. Domatesin fiyatı 1 lira da olsa, 10 lira da olsa yüzde 4’nü vergi olarak ödemek zorundasınız. Bu çok doğru değil. Ayrıca bu vergi, çiftçiden doğru beyanı almamızı da engelliyor.
Tarımı nasıl daha cazip ve güçlü hale getirebiliriz? Üretici birliklerini kuracağız, bütün desteği buraya vereceğiz. Çiftçi ürettiği malı birliğe teslim edecek. Birlik de bunu pazarlayacak. Çiftçi de ürettiği malın stabil bir pazarının olduğunu bilecek. Bununla birlikte girdilerin fiyatlarını mutlaka düşüreceksiniz. Toplulaştırmayla ilgili devletimizin yaptığı çalışmalar var ama yeterli değil. Daha etkili bir şekilde toplulaştırma yapılması da lazım. Üretimi artırmadığınız ve bunun sürekliliğini sağlayamadığınız sürece başarılı olmamız mümkün değil.
Pandemiyle insanların tüketim alışkanlıkları da değişti. İnsanların evlerinde yemek yapmalarının gıda israfının önüne geçtiğini söyleyebilir misiniz? Bu süreçte gıda israfının önüne geçildiğini düşünüyorum. İnsanlar evlerinde tüketirken, hanımlar özellikle ev ekonomisi anlayışına çok önem veriyorlar.
Düğünlerde, etkinliklerde, restoranlarda tükettiğimizde, çok fazla israfa da sebebiyet veriyorduk. Bu anlamda evde tüketmenin israf ve ev ekonomisine oldukça katkı sağladığını düşünüyorum. Bunların haricinde, ben özellikle televizyonlarda yapılan gıda önerilerine, diyet reçetilerine çok karşıyım.
Bunları popülist buluyorum. Her gıdanın kendine göre, faydası var. Türkiye’de son yıllarda artan, “şu gıdayı yersen tüketim, bağışıklık sisteminize bu katkılarda bulunur” gibi öneriler benim nazarımda değerli değil. Tarımsal açıdan söylüyorum, her gıdaının faydalı tarafı var. Her şeyi, yeterli miktarda tüketebilirsiniz.
KAYNAK: EKOHABER